Kurumlar vergisinde gözden geçirilme ihtiyacı / Bumin Doğrusöz

Nisan ayı kurumlar için yıllık beyanname dönemi. Bu nedenle ben de belli bir konu yerine, kanunun geneline bir bakış yapıp, daha başarılı bir uygulama için neler yapılması gerektiğine değineyim dedim.

2006 yılında 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun yerini 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu aldı. O günden bu yana yaklaşık 15 yıl geçti. Kanunun birçok hükmü başarı ile yaşama aktarıldı. Ama bazı hükümleri aynı başarıyı sağlayamadı. Bu başarıyı sağlayamama bazı noktalarda idarenin anlayış ve tutumundan bazı noktalarda ise çelişkili içtihatlardan kaynaklandı. Özellikle transfer fiyatlandırması veya örtülü sermaye gibi bazı düzenlemeler ise şirketler dünyasında sıkıntılara yol açtı.

Pek çok temel kanun, Ceza Kanunu, Ticaret Kanunu veya İhale Kanunu gibi temel kanunlar, günümüze kadar pek çok değişiklik geçirirken, onlara nazaran 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu – hükümetlerin izlediği politikalara göre istisna düzenlemesi ekleyen değişiklikler bir kenara bırakılırsa – çok az değişiklik geçirmiştir. Bu açıdan bakılırsa başarılı bir kanundur. Başarılı olmasını biraz da “ortak aklın” eseri olarak geniş katılımlı bir komisyon çalışmasına dayalı şekilde Vergi Konseyi tarafından hazırlanmasına borçludur. Bu çalışmaya, Tasarı üzerinde son söz sahibi olan Maliye Bakanlığı pek az müdahale etmiş ve öylece Meclise sunulmuştur.

Ancak tabii ki, pandemi süreci, siyasal/ekonomik politikalardaki gelişmeler, teknoloji dünyasındaki ilerlemeler ve bunları yansıtan iş dünyası aktörlerindeki yapısal değişimler, Kurumlar Vergisi Kanunu’nun da gözden geçirilmesi gerekli kılmaktadır.

Kanunun en başarısız uygulama örnekleri ise transfer fiyatlandırması düzenlemesi ile gerek transfer fiyatlandırması gerekse örtülü sermaye düzenlemelerinin düzeltme hükümleri ile bu düzenlemelerin KDV’ye yansıması alanında oluşmuştur. Kurumlar Vergisi Kanununda söz konusu düzenlemelerin birer vergi güvenlik önlemi olduklarına dair bir nitelendirmeye yer verilmemiş olması bu sorunları körüklemiştir. Öte yandan düzeltme hükümleri sonucu elde ettiği gelir kâr payı olarak kabul edilen kurumların, bu geliri elde ettiğinde kurumda ortaklık payının olmadığı hallerde iştirak kazancı istisnası dışında kalmalarının yasal düzenlemeyle önüne geçilmesi gerekmektedir.

Satış kazancı oluşmayan taşınmaz veya iştirak hissesi satışlarında kurumlar, bu zararı tam olarak dikkate alamadıklarından istisna yaptırım haline dönüşmüştür. Bu konudaki istisnanın ya yeniden düzenlenmesi ya da istisnalar arasından çıkartılarak bir indirim haline dönüştürülmesi gerekmektedir.

Daha önce sermayeye eklenmiş çeşitli iç kaynakların sermayeden çekilmesi (sermaye azaltımı) hali idari anlayışta stopaj kaynağı olarak yorumlanmakta ve pek çok ihtilaflı tarhiyata yol açılmaktadır. Sermayeye eklemeyi izleyen belli makul süre sonucunda artık bu kaynakların sermayeye dönüştüğünün kanun ile kabulü gerekmektedir. Buradaki belirsizlik ve yoruma açıklık, hukuk güvenliğini zedeler niteliktedir.

Nakit sermaye artırımlarını teşvik amacıyla getirilen faiz indirimi, sermaye avansları ve ortakların şirketten alacakları konusunda yasal dayanağı olmayan idari anlayışla sınırlamış olup yeterli başarıyı sağlayamamaktadır. Aynı şekilde sermaye avansına dayalı sermaye artırımlarını yasal dayanak olmaksızın idari anlayışla sınırlanmış olması da bir başka uygulama sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. İçinden çıkılması zor hesaplamalara dayalı ve pek çok ihtilafın kaynağı indirimli kurumlar vergisi düzenlemesinden vaz geçilerek eski “yatırım indirimi” müessesesi benzeri daha basit bir teşvik sistemi oluşturulması gerekmektedir.

En önemlisi giderler konusunun gözden geçirilmesi gerekmektedir. İdare tarafından zaman zaman tahdidi gibi görülen, bazen de böyle yorumlamaya müsait giderler hükümleri ile günümüzde anlamını yitirmiş veya her hangi bir ilkeye dayanmayan kanunen kabul edilmeyen gider hükümlerinin gözden geçirilmesi gerekmektedir. Bu konuyu daha önce “giderlere” özgürlük başlığı altında yazmıştım. İleride tekrar tekrar yazacağım.

Pek çok şirketin başvurduğu kısmi bölünme müessesesinin de uygulamada sıkıntılara yol açtığı gözlemlenmektedir. Özelikle şirketlerin peçeleme veya vergi planlaması iddiası ile karşı karşıya kalmasına yol açan düzenlemelerin yeniden ele alınmasında fayda vardır.

Bunlar sadece öncelikle olarak karşımıza çıkan konu başlıkları. Kanunun bütünüyle masaya yatırılması, 15 yıllık uygulama sonuçlarının özelgeleri ve içtihatları ile değerlendirilmesi ve kanunun zamanın yıpratmasından korunması gerekmektedir. Bu sorunlara daha önce muhtelif yazılarımda da değindim. Ama maalesef olmadı. Belki ekonomik reform paketi kapsamında hazırlanacak bir Torba Kanun Tasarısı’nda bu konulara da el atılır.

Bumin Doğrusöz

Dünya Gazetesi – 13.04.2021

About Author

Comments are closed.