Mükellefiyetin re’sen terkinin bazı sonuçları / Bumin DOĞRUSÖZ

 

Geçen yazımda İcra İflas Kanunu’nun 44/1 maddesi ile ticareti terk eden tacirlere yüklenen; “15 gün içinde keyfiyeti kayıtlı bulunduğu ticaret siciline bildirme ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanında bulunma” zorunluluğundan ve bu zorunluluğa uymayanlarla ilgili olarak aynı kanunun 337/a maddesinde öngörülen hürriyeti bağlayıcı türdeki yaptırımdan söz etmiştim.

Ticareti söz konusu yükümlülükleri yerine getirmeden terk edenlere, kanunda öngörülen “üç aydan bir yıla kadar hapis cezası”nın icra mahkemelerince verilebilmesi için alacaklının şikâyette bulunmuş olması, bir ön koşuldur. Bir başka deyişle söz konusu suç, şikâyete bağlı bir suçtur. Ancak ticareti söz konusu yükümlülükleri yerine getirmeden terk edenlerin, alacaklının bu fiilden zarar görmediğini kanıtlaması veya borcunu tamamen ödemesi gibi durumlarda tacire ceza verilmez.

Bilindiği gibi Vergi Usul Kanunu’nun 160. maddesine 5228 sayılı Kanun’la eklenen fıkralarla, “İşi bırakma bildiriminde bulunmayan bir mükellefin işi bıraktığının tespit edilmesi veya yapılan araştırma ve yoklamalar sonucunda bilinen adreslerinde bulunamaması ve başka bir adreste faaliyetine devam ettiğine dair bilgi edinilememesi veya başkaca bir ticari, zirai ve mesleki faaliyeti olmadığı halde münhasıran sahte belge düzenlemek amacıyla mükellefiyet tesis ettirdiğinin vergi incelemesine yetkili olanlarca düzenlenen rapor ile tespit edilmesi ve mükellefiyet kaydının devamına gerek görülmediğinin raporda belirtilmesi halinde”, mükellefin işi bırakmış kabul edileceği ve mükellefiyet kaydının vergi dairesince terkin edileceği hükme bağlanmıştır. Vergi idaresinin mükellefiyet kaydı bu düzenleme uyarınca terkin edilenleri, ilgili kamu kurum ve kuruluşu ile kamu kurumu niteliğindeki meslek üst kuruluşuna da bildirilmesi öngörülmüştür.

Bu noktada, vergi idaresince gayri-faal olarak kabul nitelendirilen, bir başka deyişle ticari faaliyetini terk ettiği kabul edilen tacir aleyhine, alacaklı vergi idaresinin ticareti usulsüz terk dolayısıyla İcra İflas Kanunu’nun 44. maddesine dayanarak suç duyurusunda bulunup bulunamayacağı, bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.

İcra İflas Kanunu’nda düzenlenen ve inceleme konumuzu oluşturan suçun oluşabilmesi için, takip konusu olan alacağın takibi İcra İflas Kanunu’na tabi olan bir alacak olması gerekmektedir. Oysa vergi dairelerinin vergi, harç, ceza ve bunların fer’ileri şeklinde kaşımıza çıkan alacakları, İcra İflas Kanunu’na göre takip edilemeyen, ancak Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’a göre takip edilebilen alacaklardır. Bu nedenle vergi dairelerinin, mükellefiyetlerini re’sen terk ettiği tacirlerden olan alacaklarına dayanarak söz konusu suçtan dolayı suç duyurusunda bulunması, bir başka deyişle şikâyetçi olması mümkün değildir. Buna karşılık maliye idaresinin, mükellefiyetini terk ettiği bir tacirden özel hukuk alacağının bulunması halinde, söz konusu suç dolayısıyla şikâyetçi olması mümkündür.

Mükellefiyetin re’sen terki konusu Vergi Usul Kanunu’nda sadece vergisel sonuçları itibariyle düzenlenmiş, konu bir bütün olarak ele alınmamıştır.

Bu konuyu ilgilendiren bir diğer hukuk alanı da sosyal güvenlik hukukudur. Bilindiği gibi sermaye şirketlerinin yönetim organında bulunanların eski şekli ile Bağ-Kur, yeni şekli ile 4b mükelelfiyetleri söz konusudur.

Bu noktada karşımıza çıkan sorun ise mükellefiyeti Vergi Usul Kanunu’nun 160. maddesine göre re’sen terkin edilen sermaye şirketlerinin yönetim organlarında yer alanların söz konusu sosyal güvenlik mükellefiyetinin akıbetinin ne olacağıdır. Örneğin, mükellefiyeti re’sen terkin edilen bir limitet şirket müdürünün Sosyal Güvenlik Kurumu’na prim ödeme yükümlülüğünün de, re’sen terk tarihi itbariyle sona erip ermediği yasa düzeyinde açık değildir.

Nitekim bir ihtilafta Yargıtay 21. Hukuk Dairesi; ticaret sicili kaydının devam ettiği, davacı şahsın da ortaklığının sürüyor gözüktüğü bir olayda, “şirket ortakları yönünden Bağ-Kur (yeni kanuna göre 4/b-3 sigortalısı) kapsamında sigortalı sayılabilmek için limitet şirket ortağı olmak yeterli olup şirketin vergi kaydının sona ermesinin bir önemi bulunmamaktadır. Dolayısıyla davacının ortaklığı devam ettiği sürece ve şirketin ticaret sicilinden terkinine kadar olan dönem yönünden Davacı Bağ-Kur sigortalısı olacağından vergiden re’sen terk işleminin yapıldığı tarih itibariyle sigortalılığının sona ermeyeceğine” karar vermiştir (E.2015/13389 K.2016/3787 T.8.3.2016).

Dünya Gazetesi 04.07.2017

 

About Author

Comments are closed.