Ülkemizde paranın mucidinin Lidyalılar olduğu hemen herkes tarafından bilinir, bu sebeple para ile ilgili yakınmalarda esprili bir şekilde Lidyalılar yâd edilir. Peki, hepimizin hayatında önemli bir yer tutan vergiler ile ilgili kimi anmamız gerektiğini biliyor muyuz? Vergi Sistemimizin en önemli dallarından biri olan Gelir Vergisinin çıkış sürecine baktığımızda karşımıza “Para, para, para” diyen tanıdık bir isim çıkıyor; Napolyon.
Konuyu biraz açalım, 18. yüzyılın sonunda Napolyon önderliğindeki Fransa ile önde gelen Avrupa devletleri arasında yaşanan savaşlara “Napolyon Savaşları” denilmiştir. Gelir Vergisi ilk olarak Napolyon ile baş etmeye çalışan Avrupa devletlerinden biri olan İngiltere tarafından, bu savaşın mali yükünü kaldırabilmek adına “Savaş Vergisi” ismi ile geçici olarak yürürlüğe konulmuştur. 1802 yılında Napolyon ile imzalanan barış anlaşması ile kaldırılan vergi, 1803 yılında savaşın yeniden başlaması ile yeniden yürürlüğe girmiş, vergi mükellefleri ve barışseverlerin sevinci kısa sürmüştür. Savaşın bitmesiyle 1816 yılında yürürlükten kaldırılan Gelir Vergisi tam 26 yıl sonra, İngiltere’nin mevcut gelirlerinin kaynağı olan tüketim, gümrük ve toprak vergilerinin yetmemesi sonucu kurtarıcı olarak ve yine geçici olarak yürürlüğe girmiş, (burada Napolyon’un suçu yok) 19. Yüzyılın sonuna gelindiğinde ise vergilendirmede adaleti sağlaması gibi unsurlarının öne çıkarılmasıyla Gelir Vergisi artık kalıcı hale getirilmiştir. İngiltere’nin vergi sisteminin üstün yanı olarak görülmeye başlanması ve diğer Avrupa ülkeleri tarafından da kendi sistemlerine dâhil edilmesi de bu dönemdedir.
Eğer buraya kadar okumanızı sağlayabildiysek Napolyon görevini yapmış ve çoğu insana sıkıcı gelen vergi konulu bir yazıya dikkatinizi çekmiş demektir, kendisiyle yazının sonunda buluşmak üzere ayrılarak Gelir Vergisi’nin vergilendirmede adaleti sağlama işlevi üzerine ve günümüzde bu işlevini ne kadar yerine getirebildiği üzerine düşünmeye başlayabiliriz. Bildiğiniz gibi, Gelir Vergisi kişilerin yıllık gelirleri üzerinden, toplam gelirin artması ile vergi oranının artması esasına göre alınan bir vergi türüdür. İngiltere’de uygulanmaya başladığında; yıllık kazancı 60 £’e kadar olanlar gelir vergisinden muaftı, 60 – 200 £ arasında olanlar miktara göre indirime tabi şekilde değişen oranlarda, 200 £’den fazla olanlar ise %10 oranında gelir vergisi ödüyorlardı. Günümüz İngiltere’sinde ise kazancı 11.500 £’e kadar olanlar vergiden muaf, 11.501 £ ile 45.000 £ arası %20, 45.001 £ ile 150.000 £ arası %40, daha fazlası içinse %45 gelir vergisi oranı uygulanmaktadır. Diğer Avrupa ülkelerinden bir başka örneğe bakmak gerekirse Almanya’ya bakmak gerekir diye düşünüyoruz çünkü ülkemizde 1949 yılında kabul edilen Gelir Vergisi Kanunu hazırlanırken Federal Almanya model alınmıştır. Almanya’da kazancı 8.820 €’ya kadar olanlar vergiden muaf, 8.821 € ile 54.057 € arası %14, 54.058 € ile 256.303 € arası %42, daha fazlası içinse %45 gelir vergisi oranı uygulanmaktadır. Ülkemizde uygulanan gelir vergisi oranlarına geçmeden önce dikkatimizi kanunun çıkışında ve günümüzde Avrupa’da uygulanan örneklerinde vergiden muaf tutulan bir dilimin olduğuna çevirirsek, gelir vergisinin vergilendirmede adaleti sağlama misyonunun en önemli kısmını daha iyi anlamış oluruz. Ülkemizde gelir vergisi oranları; kazancı 22.000 TL’ye kadar olanlar için %15, 22.001 TL ile 49.000 TL arası %20, 49.001 TL ile 180.000 TL arası %27, 180.001 TL ile 600.000 TL arası %35 daha fazlası içinse %40 şeklindedir. Görüldüğü gibi ülkemizde sıfır oranlı bir gelir vergisi dilimi bulunmamaktadır. Geliri sadece gayrimenkul sermaye iradı olanlar için (yani sadece kira geliri elde edenler için) istisna tutarı belirlenmiştir, ancak konumuz ile çok ilintili olmadığı gibi her yıl güncellenen istisna tutarının gayrimenkul piyasasının gerçekleri ile ne kadar uyuştuğu ayrı bir yazı konusu olduğundan bu konuyu şimdilik es geçiyoruz.
Ülkemizde uygulanan Gelir Vergisi’nin artan oranlı olması, verginin çıkış mantığına ve güncel diğer örneklere uyumu ile vergilendirmede adaleti sağlama açısından ne kadar desteği hak ediyor ise, ilk diliminin sıfır oranlı olmaması da yine aynı sebeplerle o kadar eleştiriyi hak etmektedir. Yıllık kazancı belli bir tutara kadar olan kişilerin vergi muafiyetine sahip olmasının, sosyal adalete yardımı dışında birçok pozitif getirisi de olacaktır. Kendi namına çalışan gelir vergisi mükelleflerinin ilk dilimde kalanları için teşvik olarak algılanacaktır. Bağımlı çalışanlar için ise konuyu detaylandırmak gerekir; özel sektörde işe alımlarda anlaşılan ücretler net tutar üzerinden olduğu için, sıfır oranlı bir vergi dilimi işverenler tarafından maliyetlerde azalma demektir, tabii bunun özel sektörde maaşlara pozitif yansıma yapması iyiniyetli temennimiz olur ama aksi takdirde dahi istihdam kararlarında olumlu etkisi olacaktır. Bu etki özellikle ülkemizde yatırım yapmak isteyen yabancı sermayeler tarafından da hissedilecektir. Kamu tarafında ise ilk vergi diliminde kalan memurların maaşlarında vergi tutarı kadar artış söz konusu olacaktır. Günümüzde, asgari ücretin geçim seviyesinin altında kaldığı tartışmaları yapılırken ve son yıllarda asgari ücretlilerin dahi ilk vergi dilimini aşması ve devletin bu konuyu sübvanse etmek zorunda kalması dahi bu konuda bir düzenleme yapılmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Gelir vergisinin çıkışında ve günümüz örneklerinde kıyaslama yaparken tabii ki birçok farklı parametreyi değerlendirmek gerekmektedir. Ülkemiz ile kıyasladığımız ülkeler arasında kişi başına düşen milli gelir, dolaylı ve dolaysız vergi tahsilatlarının bütçeye katkı oranları, son yıllarda birbiri ardına gelen ekonomik krizlerin ülkelere farklı yansımaları gibi olağan karşılaştırmalar yanı sıra ülkemizin bulunduğu jeopolitik konum nedeniyle güvenlik ve savunma harcamalarının daha fazla olması gibi olağandışı karşılaştırmalarda yapmalıyız. Gelir Vergisi’nde ilk dilimin sıfır oranlı olmasını savunurken de vergi gelirlerinin bu dilimde yer alan kısmının azalmasının, maliye tarafından bir başka şekilde dengelenmesi mecburiyetini göz ardı etmiyoruz. Ancak bu zorlukların, konu üzerinde yeterince çalışma yapıldığında aşılacağı kanaatindeyiz. Yöneticilerimizin ne kadar zorlu bir bütçe yönettiklerinin farkında olarak fikirlerimizi beyan ederken, onlara hakkını vermek adına Napolyon ile son kez buluşalım;
Zorlu geçen savaşın ardından, bir siyasetçinin Napolyon’u eleştirmeye kalkışıp, parmağını harita üzerinde gezdirerek; “Önce şurayı alıp, ardından buradan geçerek şurayı almalıydınız” demesi üzerine Napolyon’un cevabı manidardır; “Oralar parmakla alınsaydı, ben de öyle yapardım..”
Barbaros Soylu – 06.10.2017 (Güncelleme – 24.12.2020)