2019’u geride bırakmaya hazırlandığımız şu günlerde, oldukça hareketli geçen bu yılın bir ekonomik muhasebesini yapalım. Türkiye ekonomisiyle başlayalım. 2019, Türkiye açısından kur şoku sonrası makro ekonomik istikrarın yeniden sağlanmaya çalışıldığı zorlu bir yıl olarak akıllarda kalacak.
Ekonomik dengelenme sürecinin en önemli sac ayaklarından olan enflasyonda tahmin edilenden daha hızlı bir gerileme yaşandı. Enflasyon, eylül ve ekim aylarında tek haneli rakamlarda gerçekleşti. Baz etkisiyle birlikte kasımda yeniden çift haneli rakamlara yükselen enflasyonun, 2019’u yüzde 11 civarında kapatması bekleniyor.
Döviz kurlarında yaşanan yükseliş, dış ticaret açısından TL’yi daha rekabetçi seviyelere getirdi. Bu sayede özellikle yılın ilk yarısında ihracat rakamlarında hissedilir oranlarda artış yaşandı. Öte yandan ekonominin daralmasıyla birlikte ithal ara malları ve tüketim mallarına olan talep azaldığı için ithalat hızla gerilemişti. Bu sayede yılın ilk yarısında net ihracatın büyümeye katkısı pozitife dönerken, bir taraftan da cari fazla vermeye başladık. Dış ticaretteki bu pozitif gelişme, yapısal bir ilerlemeden ziyade dönemsel bir durumdu. Ekonomik aktivitenin üçüncü çeyrekte ılımlı da olsa toparlanmaya başlamasıyla birlikte ithalat artmaya başladı. Öte yandan küresel ekonominin yavaşlamasının bir yansıması olarak ihracattaki artış hızı önceki çeyreklere göre geriledi. Sonuçta, üçüncü çeyrekte net ihracatın büyümeye etkisi negatife döndü.
2019’un ilk iki çeyreğinde yıllık bazda daralan Türkiye ekonomisi, üçüncü çeyrekte hanehalkı ve kamunun tüketim harcamalarının katkılarıyla pozitif büyümeye geçti. Düşen faiz oranlarının ve jeopolitik risklerin yatırım harcamalarını artırmaya başlamasının yanı sıra baz etkisinin de devreye girecek olmasıyla birlikte dördüncü çeyrekte yüzde 5’e yakın bir büyüme gelmesi sürpriz olmayacak. Böylece yılı ortalamada hafif de olsa pozitif büyüme ile kapatabiliriz.
Bu büyüme rakamı, potansiyelimizin çok altında kalsa da bu yılın başında birçok ulusal ve uluslararası finans kurumunun Türkiye ekonomisinin 2019’da yüzde 2-3 oranında daralma yaşayacağını tahmin ettiklerini unutmayalım. İşsizlik oranlarının gerilemesi ve reel sektörün canlanması açısından halen istenen seviyelere gelinmemiş olsa da enflasyon, cari denge ve kur istikrarı açısından ekonomik dengelenmeye dair önemli bir mesafe kat edildi.
Tabii ki ekonomide her şey dört dörtlük değil, ancak sene başındaki karamsar havanın dağıldığı ve 2020’ye daha moralli başladığımız bir gerçek. İmalat sanayi kapasite kullanım oranı, reel sektör güven endeksi ve perakende satış rakamları gibi öncü göstergeler de bu durumu doğruluyor.
Küresel ekonomiye baktığımızda ise yıla damgasını vuran hadisenin, açık ara ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşı olduğunu söyleyebiliriz. Ticaret savaşı, küresel ticaret hacminin daralmasına ve sanayi üretiminin hız kaybetmesine neden oldu. Ticaret savaşı, sadece ABD’de ve Çin’de değil, birçok G20 ülkesinde büyümeyi yavaşlattı. Almanya, adeta resesyonun kıyısından döndü. IMF, küresel büyüme tahminini yüzde 3.2’den yüzde 3’e düşürdü.
Ekonomik büyümedeki yavaşlama, merkez bankalarının planlarını allak bullak etti. Finans piyasaları, 2019’un başında Fed’in bu yıl faizleri ne kadar artırabileceğini tartışıyordu. Fed, faizleri artırmak şöyle dursun, üç kez indirmek durumunda kaldı. Avrupa Merkez Bankası da zaten negatif olan faizleri bir kademe daha aşağıya çekti. Büyük merkez bankalarının faiz indirimleri, TCMB’nin de faizleri tahmin edilenden daha hızlı ve agresif olarak aşağıya çekmesinin önünü açtı.
Brexit çıkmazının yanı sıra İspanya ve İtalya gibi Güney Avrupa ülkelerinde yaşanan siyasi belirsizlikler, en büyük ticaret partnerimiz olan AB ekonomisini derinden etkiledi. Almanya, Birleşik Krallık, İtalya ve İspanya gibi bazı büyük Avrupa ülkelerine yılın ilk 10 ayında gerçekleştirdiğimiz ihracat, geçtiğimiz seneye kıyasla azaldı. Kur şokundan sonra TL daha rekabetçi seviyelere gelmiş olsa da Avrupa’da yaşanan yavaşlama ihracat rakamlarının daha yüksek oranlarda artmasını engelledi.
İTO Haber I 13.12.2019