Döviz kurlarındaki değişkenlikler, ani zıplamalar birçok önemli işletmeyi doğrudan diğerlerini ise dolaylı olarak etkilemiştir. Özel sektörün kısa vadeli dış borcunun yüksekliği de ayrı bir sorundur.
Dolayısıyla kimine göre kriz kimine göre ekonomik sıkıntı söz konusudur. Enflasyon artış eğilimindedir. İşsizlik rakamları da öyle. Tüketim harcamalarının daraldığı, başta otomotiv ve inşaat sektörü olmak üzere giderek küçüldüğü hemen her gün basın organlarında yer almaktadır.
Kredi kullanımı ise faizleri dolayısıyla işletmeleri rahatlatmaktan ziyade sıkıntıya düşürecek derecelerdedir. Dolayısıyla bu günkü ortamın gerçeği, pek çok işletmenin sıkıntıda olduğudur.
İşletmelerin içerisinde bulunduğu sıkıntıdan kurtarmak için yapılması gerekenlerin içerisinde vergi düzenlemelerine de pay düşmektedir. İçinde bulunduğumuz ekonomik koşullar, işletmeleri vergi açısından rahatlatmayı gerekli kılmaktadır.
Bu rahatlatma ihtiyacının başında da kur farkı ve vade farkı konuları gelmektedir. Kur farkı konusunda, biraz ticaret hukukuna biraz da muhasebe standartlarına aykırı da olsa, teknik iflas konusunda bir rahatlatma sağlanmıştır. Ancak bu rahatlamanın vergi uygulamalarına bir etkisi yoktur. (Teknik iflas düzenlemelerine ve Ticaret Kanunu’na göre oluşturulacak “sermaye tamamlama fonu”nun vergi kanunları karşısındaki muğlak durumunun da açıklığa kavuşturulmayı beklemekte olduğunu da dikkate almak gerekmektedir.)
Kur farklarının ve hatta vade farklarının realize olmadıkça, bir başka deyişle fiilen ortaya çıkmadıkça vergilendirilmemesinin sağlanması gerekmektedir. Bir geçici madde ile 2018 ve izleyen bir veya iki yıl için bu yönde bir düzenleme yapılabilir, bu konudaki değerleme hükümleri askıya alınabilir.
Kur farkları ve vade farkları konusunda işletmelerin yaşadıkları asıl sorun KDV konusundadır. Kur farkları ve vade farkları üzerinden doğan katma değer vergisinde vergiyi doğuran olayın geçici bir süre için de olsa, fiilen ortaya çıktığı / ödemenin yapıldığı tarihe taşınmasına hiçbir engel yoktur.
Öte yandan sürekli sözleşme ile hizmet veren serbest meslek erbabının, gelir elde etmediği, ücretini tahsil edemediği aylarda KDV’yi cebinden ödetmeye zorlayan maliye uygulaması da terk edilmelidir.
Yabancı ortaklı veya yabancı gruplara dahil olan şirketlerin, yurt dışı grup şirketlerinden faizsiz borçlanmalarını ve bu suretle yurda faizsiz olarak döviz getirebilmelerini sağlamak yerine bu şekilde faizsiz borçlanan şirketleri emsal faiz üzerinden KDV ödemeye zorlayan uygulamanın da terk edilmesi gerekmektedir.
Sermayelerini azaltarak küçülmek isteyen şirketler veya kısmi bölünme yaparak bölünmek isteyen şirketler üzerindeki azaltılan sermayenin stopaja tabi olacağına ilişkin Genel Tebliğ Taslağı’nın akıbeti de bir an önce açıklanmalıdır. Yayınlanan Tebliğ Taslağı’nın akıbetinin açıklanmaması, idari anlayışın taslak yönünde olup olmadığının belirsiz olması, iş dünyasının tepesinde demoklesin kılıcı gibi durmaktadır.
Tüccarın, serbest meslek erbabının, şirketlerin gider yazabilecekleri kalemleri sayma yöntemi ile belirleyen ve artık kanımca çağdışı kalmış düzenlemelerin gözden geçirilmesi gerekmektedir.
Yabancılık veya dış ticaret unsurlarını taşımayan tam mükellef şirketler arasındaki ticari işlemlerde transfer fiyatlandırması düzenlemelerinin uygulanmasından vaz geçilerek yerine daha basit bir yöntem konulmalıdır.
Örtülü sermaye faizine ilişkin düzenlemenin de 2018 ve önümüzdeki bir veya iki yıl için esnetilmeli, üç kat sınırı artırılmalı, şirketlere ortaklarından borçlanmalarının maliyetlerini kazanç saptamasında dikkate alabilme yolu açılmalıdır.
Bu önerileri çoğaltmak mümkündür.
Bu önerileri vergi hukukunun kurallarına veya muhasebe ilke ve kurallarına aykırı bulanlar veya gelir azaltıcı görenler olabilir. Ancak unutulmamalıdır ki, işletmeleri öldürmek veya ölümlerine katkı bulunarak vergi almak da maharet değildir. Mükellefleri yaşatacağız ki vergi alabilelim.
Dünya Gazetesi | 27.09.2018