Kâr payları, sermayeye dönüşen servetin getirisidir. Mevcut vergi rejimine göre kurumların dağıttıkları kârlar iki aşamada vergilendirilmektedir. Birinci aşamada kâr dağıtımı yapan kurum, tutarına bakmadan kâr payını elde edenin gelir vergisine mahsuben yüzde 15 gelir vergisi kesintisi yapmak zorundadır. İkinci aşamadaki vergilendirme ise bu kâr payını elde edenler tarafından verilen beyanname ile gerçekleşmektedir. Bu aşamadaki vergilendirmede, GVK’nın 22/2’nci maddesi kar paylarının yarısını vergiden istisna kılmıştır. GVK’nın 86/1-c maddesi ise kalan tutarın beyanını gelir vergisi tarifesinin ikinci gelir dilimindeki tutarı aşmasına bağlamıştır. Bu tutar, 2017 yılı gelirleri için 30 bin TL’dir. Bu noktada sadece kâr payları değil, GVK’nın 86/1-c maddesinde belirtilen Türkiye’de tevkifata tâbi tutulmuş olan; birden fazla işverenden elde edilen ücretler, menkul sermaye iratları ve gayrimenkul sermaye iratları toplamına bakılmaktadır.
Ancak konuyu dağıtmamak adına kazancın sadece kâr paylarında oluştuğunu kabul edelim. Hülasa 2017 yılı için şayet 30 bin TL’yi aşan bir kâr payı elde edilmemişse, beyanname verilmesi yasa gereği mümkün olmadığından yüzde 15 oranındaki kesinti bu yatırımcılar yönünde nihai ve kesin bir vergilendirmeye dönüşmektedir.
Kâr payının beyanının zorunlu olduğu durumlarda ise hesaplanan vergiden kesinti tutarının yarısı değil tamamı düşülmektedir. Mahsup sonrası artan vergi ise, GVK’nın 121’inci maddesi uyarınca mükellefe iade olunmaktadır. Böyle olunca da küçük yatırımcı büyük yatırımcıya göre daha yüksek oranda vergilendirilmiş olmaktadır. Bir örnek üzerinde açıklamak gerekirse, 30 bin TL olan beyan sınırında yani brüt 60 bin TL brüt kâr payı elde eden bir yatırımcı 7 bin 826 TL stopajla yüzde 15 oranında nihai bir vergi yükü üstlenecektir. Oysa bu yatırımcıya iyilik yapılmayıp beyan zorunluluğu getirilmiş olsaydı, istisna nedeniyle 2 bin 476 TL iade alacaktı. Başabaş noktası 187 bin 400 TL’de yakalanmaktadır. Yani 187 bin 400 TL altındaki brüt kâr paylarından iade çıkarken, ancak bu tutar aşıldıktan sonra yüzde 15’lik kesintiyi aşan bir ödeme çıkmaktadır.
Oranlara vurursak 60 bin TL brüt kâr payı elde eden bir yatırımcı yüzde 15 oranında vergilendirilirken, 80 bin TL brüt kâr elde eden yatırımcı 2 bin 385 TL iade alarak vergi yükünü yüzde 10’a düşürmektedir. Başabaş noktası olan brüt 187 bin 400 TL’ye kadar vergi yükü yüzde 15’in altında kalmaktadır. Brüt 1 milyon TL kâr payında ise vergi yükü yüzde 16,6 olarak gerçekleşmektedir. Özetle 60 bin 1 ila 187 bin 400 TL arasında brüt kar elde edenler 60 bin TL’ye kadar brüt kar payı elde edenlere göre daha az vergilendirilmektedirler.
Bu durum Anayasamızın vergilendirmede mali gücü temel alan 73’üncü maddesi ile kanun önünde eşitliği düzenleyen 10’uncu maddesine açıkça aykırılık oluşturmaktadır. Aykırılık yaratan hüküm gelir vergisi tarifesinin ikinci gelir dilimindeki tutarı aşmayan kar paylarına beyanname vermek yasağı getiren GVK’nın 86/1-c’deki hükümdür. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre mali güce göre vergilendirme ilkesi, yükümlülerin ekonomik ve kişisel durumlarının göz önüne alınmasını gerektirir. Aynı zamanda vergide eşitlik ilkesinin uygulama alanı olarak görülen mali güce göre vergilendirme ile mali gücü fazla olandan, mali gücü az olana göre daha fazla vergi alınır. Vergide eşitlik ilkesi ise mali gücü aynı olanlardan aynı, farklı olanlardan ise farklı vergi alınması esasına dayanır.
Şu halde böyle bir vakıa, Yüksek Mahkeme’nin önüne gittiği anda bu haksız vergilendirmeyi yaratan hüküm iptal edilecektir. Ancak bu hükmün, Anayasa Mahkemesi’ne kadar götürülmesi uzun ve zahmetli bir merasim gerektirmektedir. Bir kere bu şekilde vergilendirilen bir mükellef yasal süresinde ihtirazi kayıtla gelir vergi beyannamesi vermelidir. Bu talep vergi dairesi tarafından kabul görmeyeceğinden, ihtirazi kayıtan sonraki otuz gün içerisinde dava açmalıdır. Davaya bakan vergi mahkemesi uyuşmazlığı uygulanan hükmü, anayasaya aykırılığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne taşıması gerekmektedir.
Görüldüğü üzere bütün bunların bir araya gelmesi o kadar kolay değildir. Üstelik Anayasa Mahkemesi kararına kadar, bu haksız vergilendirme mevcut haliyle aynen devam edecektir. Kurumlar vergisi mükellef sayısının 750 bin 259 olduğu dikkate alınırsa, bu uygulama kurum sayısını kat ve kat aşan yatırımcıyı ilgilendirmektedir. Dava yolunu tercih eden yatırımcı çıkar mı bilinmez. Hazır, Torba Tasarı’da dağıtılmamış kârların vergilendirilmesine yönelik bir düzenleme yapılmışken, bu adaletsiz vergilendirme bu arada giderilemez mi?
Dünya Gazetesi I 07.11.2017